Paylaşımlarımız devamlı olacaktır,bizi izlemeye devam edin!!Ödevler-Dersler-Hukuk-Edebiyat Profesyonel çalışmalarla karşınızdayız İletişim için:Mehmetmeric35@gmail.com

26 Haziran 2015 Cuma

HALK EDEBİYATI ve ANONİM HALK EDEBİYATI

MEHMET MERİÇ UÇAR

NOTLAR ÖZET NİTELİĞİNDEDİR


HALK EDEBİYATI
            Halk arasında gelişen ve İslamiyet’ten önceki Türk edebiyatı geleneklerinin uzantısı niteliği taşıyan sözlü bir edebiyattır. Bu edebiyatta ortaya konan ürünlerde dil, biçim, konu bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlık görülür.


GENEL ÖZELLİKLERİ
  • ·         Dil, halkın konuştuğu günlük konuşma dilidir.
  • ·         Deyimlere ve halk söyleyişlerine yer verilmiştir.
  • ·         Şiirle müzik iç içedir.
  • ·         Şiir, saz şairi ozan yada âşık denen kişilerce, bağlama adı verilen bir sazla söylenmiştir.
  • ·         Genellikle dörtlük şiir birimi kullanılmıştır.
  • ·         Daha çok, hece ölçüsü kullanılmakla birlikte aruz ölçüsü de kullanılmıştır.
  • ·         Genellikle hece ölçüsünün 7’li, 8’li, 11’li kalıpları kullanılmıştır.
  • ·         Şiirlerde genellikle yarım uyak kullanılmış ve rediften yararlanılmıştır.
  • ·         Şiirlerde az da olsa söz sanatlarına –teşbih, mecaz-  yer verilmiştir.
  • ·         Doğaya ve gerçek yaşama dayalı somut bir şiir anlayışı benimsenmiştir.
  • ·         Aşk, tabiat, ayrılık, hasret, ölüm, yiğitlik, toplum, din zamandan şikayet başlıca işlenen konulardır.

            Halk edebiyatı; ürünleri içerikleri, biçimleri ve oluşturulma şekilleri bakımından üç bölüme ayrılır.
  1. Ananim Halk Edebiyatı
  2.    Âşık Edebiyatı
  3. Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı



ANONİM HALK EDEBİYATI
  • ·         Söyleyeni bilinmeyen halkın ortak malı sayılan ürünlerden oluşmuştur.
  • ·         Sözlü edebiyat geleneği üzerinde temellendirilmiştir.
  • ·         Şiirler halkın konuştuğu dille, dörtlükler halinde ve hece ölçüsüyle oluşturulmuştur.
  • ·         Bu ürünlerde ölüm, aşk, hasret, yiğitlik gibi evrensel konular işlenmiştir.


ANONİM HALK EDEBİYATI ŞİİR BİÇİMLERİ


MANİ
Anonim Halk edebiyatının en küçük şiir biçimidir.
  • ·         Tek dörtlükten oluşur.
  • ·         7’li hece ölçüsü ile söylenir.
  • ·         Uyak düzeni “aaxa” şeklindedir.
  • ·         Anlatılmak istenen son iki dizededir, ilk dizeler doldurma niteliği taşımaktadır.
  • ·         Daha çok; aşk, sevgi, doğa güzellikleri, ayrılık, özlem gibi konular dile getirilmesine rağmen konu sınırlaması yoktu

Maniler, biçim bakımından değişik biçimlerde adlandırılır:
Düz Mani: Hece ölçüsünün 7’li kalıbıyla söylenmiş dört dizeden oluşan manlerdir.

Kesik Mani: Birinci dizesi 7 heceden az, anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu olan manilerdir. Bu kesik dize sadece uyağı hazırlar. Kesik manilerde uyak, cinaslı ise bunlara “cinaslı mani” denir.

Ayaklı Mani: Kesik manilerin birince dizesi doldurularak söylenir. Bunlara “doldurmalı kesik mani” de denir.

Yedekli (Artık) Mani: Düz maninin sonuna aynı uyakta iki dize daha eklenerek söylenir. Cinaslı uyak kullanılmaz, birinci dizeleri anlamlıdır.

Karşılıklı Mani (Deyiş): İki kişinin karşılıklı bir biçimde söylediği manilerdir.Soru yanıt şeklinde düzenlenir.


NİNNİ
Annelerin, bebeklerinin uyumasını sağlamak ya da ağlamasını durdurmak için, sade bir dille ezgili olarak söyledikleri şiirlerdir.
  • ·         Daha çok, 7’li, 8’li ve 9’lu hece ölçüsü ile söylenir.



TÜRKÜ
Kendine özgü bir ezgiyle söylenen halk şiirleridir.
  • ·         Genellikle söyleyeni bilinmez. Söyleyeni belli olan türküler de zamanla halka mal olmuştur.
  • ·         Düzenleyici, derleyici ve yörelerinin adıyla anılır.
  • ·         İki bölümden oluşur. Asıl sözlerinin bulunduğu bölüme bent adı verilir. İkinci bölüm ise her bendin sonunda tekrarlanan nakarattır. Buna kavuştak ya da bağlama denir.
  • ·         Daha çok, 7’li, 8’li, 11’li hece ölçüsüyle söylenir.
  • ·         Aşk, tabiat, ayrılık, gurbet, hasret, sevgi ve güzellik gibi konular işlenir.
  • ·         Konusu ve şekli devirden devire ve yöreden yöreye değişiklik gösterir.
  • ·         Bazıları yörelerine göre adlandırılır, kırık,  kayabaşı, bozlak, hoyrat.


AĞIT
Ölüm ve yas törenlerinde söylenen lirik şiirlerdir.
  • ·         Ölçü ve uyak düzeni genellikle türkülerdeki gibidir.
  • ·         İslamiyet öncesi Türk edebiyatındaki karşılığı “sagu”, Divan edebiyatındaki karşılığı ise “mersiye” dir.


NOT: HALK EDEBİYATI ve ANONİM HALK EDEBİYATINDAN SONRA GELEN AŞIK EDEBİYATI ve TEKKE TASAVVUF EDEBİYATI BİR DAHA Kİ PAYLAŞIMLARDA İŞLENECEKTİR.





25 Haziran 2015 Perşembe

İSLAMİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI

MEHMET MERİÇ UÇAR
Notlar: Özet Niteliğindedir

İSLAMİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
            Türkler 8.yüzyılda İslam ordularıyla karşılaşmışlardır. Önceleri bu dine uzak durmuşlarsa da 10. Yüzyılın ilk yarısından itibaren İslamiyet’i kabul etmeye başlamışlardır. İslam dinine giren Türklerin sosyal ve kültürel hayatlarında önemli değişiklikler olmuştur. İslamiyet sayesinde Türklerde birlik düşüncesi oluşmuş ve sağlam bir birliktelik meydana getirmişlerdir.
·         Bu dönemle birlikte yazılı ürünlerde de çoğalmaya başlamıştır.
·         11. ve 13. Yüzyılda Türk toplumu içinde Arapçayı ve Farsçayı bilen yeni bir aydın zümre doğmuştur.
·         Sanatçılar, öğrendikleri Arapça ve Farsçanın yanında, bu dillerde meydana getirilmiş edebiyatında etkisinde kalmışlardır.
·         Bu dönemde ilim ve din alanında Arapça, edebiyat alanında Farsça ağırlık kazanmıştır.
·         Hece ölçüsünün yanında daha çok, aruz ölçüsü kullanılmıştır.
·         Eski Türk nazım biçimleri yanında mesnevi ve gazel gibi yeni nazım biçimleri kullanılmıştır.
·         Bu yüzyıllarda meydana getirilmiş yapıtlar daha çok öğüt verici niteliktedir.

İSLAMİYET DÖNEMİ TÜRK DESTANLARI
MANAS DESTANI
            Müslüman Kırgızlarla putperest Kalmuklar arasındaki mücadeleler anlatılır. Destanın başkahramanı Manas, İslamiyet’i yaymak için mücadele eden kahraman bir savaşçıdır. Destanda, İslamiyet öncesindeki Türklerin yaşam, kültür ve inançlarına dair bilgiler de yer almaktadır. Kırgız Türklerinin milli destanıdır. Destan, baştan sona Manas’ın kahramanlıklarını anlatır. Türk destanları arasında en hacimli olanıdır.


SALTUK BUĞRA HAN DESTANI
            Karahanlı hükümdarı Saltuk Buğra Han’ın çeşitli illerdeki insanları Müslümanlığa çağırması, inanmayanlara keramet göstermesi, savaşlarda ağzından ateş saçarak inanmayanları yakması anlatılır.


CENGİZ HAN DESTANI
            Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın yaşamı, savaşları ve Moğol istilasından sonra Kıpçak bozkırlarında ve eski Uygurların yaşadığı bölgelerdeki olaylar anlatılır.


BATTAL GAZİ DESTANI
            Destanın kahramanı, Türkler arasında Battal Gazi adıyla benimsenmiş bir Arap savaşçıdır. Emevilerin Hıristiyanlarla yaptıkları savaşlarda büyük kahramanlıklar gösteren Abdullah isimli bir kişinin kahramanlıkları, zamanla Battal Gazi destanını doğurmuştur. Battal Gazi, Müslümanlığı yaymak için insanların yanı sıra; büyücü, cadı ve dev gibi olağanüstü güçlerle de savaşır.
DANİŞMENT GAZİ DESTANI
            Anadolu’nun fethi ve bu mücadelenin kahramanları anlatılır. Olayların tarihi gerçeklerle uygunluğundan, kahramanlarının yaşamış Türk beyleri olmasından, Anadolu coğrafyasının gerçek isimleriyle anılmasından dolayı uzun süre tarih kitabı olarak nitelendirilmiştir.


KÖROĞLU DESTANI
            Destanın kahramanı Köroğlu’nun, Bolu Beyi’nin yaptığı zulümleri engellemek için ortaya koyduğu kahramanlıklar anlatılır. Etrafına yiğitler toplayan Köroğlu, Bolu beyi tarafından gözlerine mil çekilerek kör edilen babasının intikamını almak için dağlara çıkar. Yaşamını yoksul ve çaresizlere yardım ederek geçirir. Halk inancına göre: “Silah icat edildi mertlik bozuldu.” Demiş ve kırklara karışmıştır.



İSLAMİ ETKİDE YAZILAN İLK YAPITLAR


KUTADGU BİLİG
            11. yüzyılda (1069-1070)  Yusuf Has Hacip tarafından yazılan Kutadgu Bilig o zaman Doğu Karahanlı devletinin hakanı olan Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur. Kutadgu Bilig çoğu kişinin söylediği “Saadet veren bilgi” anlamın değil “Hükümdarlık Bilgisi” anlamına gelmektedir.
  • Konusu, toplum hayatındaki bozuklukları düzeltecek, insanı mutlu edecek yolları bulmak; bu yolları devrin hükümdarına öğütler halinde göstermektedir. Asıl önemli olanda budur ki buda bize o dönemde ne denli bir demokrasi olduğunu göstermektedir. Bir kişi çıkıp ta hükümdara akıl verebilecek kadar hakka sahipmiş.
  • Ahlak, dinin önemi, devlet idaresi gibi konulara da değinen didaktik bir yapıttır.
  • Dört sembolik kişi yer almaktadır.
1)Küntogdı: Hükümdar-Doğruluk ve Adalet
2)Aytoldı: Vezir-Mutluluk ve Baht
3)Öğdülmiş: Vezirin oğlu- Akıl ve Anlayış
4Odgurmış: Vezirin kardeşi- Akıbet
  • Mesnevi şeklinde, aruzla 6645 beyit olarak yazılmıştır. Ayrıca yapıtta 173 tane de dörtlük vardır.
  • Siyasetname türünün Türk edebiyatındaki ilk ve en önemli örneğidir.
  • Alegorik bir eserdir.
  • Aruz vezninin Türkler tarafında yazılı olarak kullanıldığı ilk örneklerdendir.



DİVANÜ LÜGATİ’T TÜRK
            11. yüzyılda (1072-1074), Kaşgarlı Mahmud tarafından, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça ile boy ölçüşebilecek düzeyde bir dil olduğunu kanıtlamak amacıyla yazılmıştır.
  • ·         Türkçenin bilinen ilk sözlüğüdür.
  • ·         Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmıştır.
  • ·         Türk sözlü edebiyatının yazıya geçen ilk örnekleri bu yapıtta toplanmıştır.
  • ·         Koşuk, sagu, sav ve destan örnekleri içermektedir.
  • ·         Yapıtın sonunda, devrinin Türk dünyasını gösteren bir harita eklenmiştir.




ATABETÜ’L HAKAYIK
            12. yüzyılda Edip Ahmet Yükneki tarafından yazılan Atabetü’l Hakayık, bir ahlak ve öğüt kitabıdır. “Hakikatler eşiği” anlamına gelmektedir.
  • ·         Aruz ölçüsüyle; giriş bölümü gazel biçiminde (aa,ba,ca…) asıl konuyla ilgili bölümler ve sonuç bölümü ise dörtlük şeklinde (aaba) yazılmıştır.
  • ·         Didaktik bir özellik gösteren bu yapıtta; cömertlik, ilim doğruluk gibi konular işlenmiştir.
  • ·         Hakaniye lehçesi ile yazılmıştır
  • ·         Arapça ve Farsça sözcük sayısı Kutadgu Bilig’e göre daha fazladır. Bu durum Arapça ve Farsçanın Türkçe üzerindeki etkisinin arttığının bir göstergesidir.





DİVAN-I HİKMET
            12.yüzyılda Ahmet Yesevi tarafından oluşturulmuştur.
  • ·         Şiirler çok sadece ve halk diliyle söylenmiştir.
  • ·         Dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle kaleme alınmıştır.
  • ·         Yapıtın yazılma gayesi de halka İslam esaslarının hikmetli bir şekilde öğretmektir.
  • ·         Yapıtta: Allah’a ulaşmanın yolları, peygamber sevgisi, dervişlik üzerine övgüler, kıyamet gününün yaklaştığı hatırlatılarak dünya hayatından şikayet gibi konular işlenmiştir.

KİTAB-I DEDE KORKUT
            Destandan halk öykücülüğüne geçiş döneminin ürünü olan bu hikayeler 15.yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
  • ·         Olağan üstü olaylarla gerçek olaylar yapıtta iç içedir.
  • ·         Türklerin eski yaşamları ile ilgili ayrıntıların yanında İslam dini ile ilgili özellikler de vardır.
  • ·         Dede Korkut(KORKUT ATA), öykülerin içinde adı geçen yaşlı, bilge, meçhul, bir halk ozanıdır. Yapıtın yazarı belli değildir.
  • ·         12 öyküden oluşan yapıtta şiir ve düzyazı iç içedir.
  • ·         Öykülerin konuları aşk ve yiğitlik gösterisi, kahramanlık, boylar arasındaki savaşlardır.
  • ·         Vatikan ve Dresden’de olmak üzere iki adet nüshası bulunmaktadır.




24 Haziran 2015 Çarşamba

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

MEHMET MERİÇ UÇAR
(NOT ÖZET BİÇİMİNDEDİR)

A.İSLAMİYETÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI
Türklerin İslam dinine girmeden önce meydana getirdikleri edebiyattır.Bu dönem edebiyatı genel olarak sözlüdür.Yazılı ürün yok denecek kadar azdır.Eski Türklere ait en eski yazılı belgeler ORHUN YAZITLARI’DIR. Bu yazılı belgelerdeki dili gelişmiş, içeriğinin zengin olması, Türk edebiyatının çok daha eskilere dayandığını gösterir.

A.1Sözlü Edebiyat Özellikleri
Eski Türkler, genel sürek avlarına “sığır”,kurban törenlerine “şölen”; yas ve ölüm törenlerine “yuğ” adını verirlerdi. Bu dini törenler şaman, kam, baksı, ozan adını alan kişiler tarafından yönetilirlerdi. Büyücülük, müzisyenlik, hekimlik, şairlik gibi nitelikleri olan bu yöneticiler, törenlerde “kopuz” denen saz ile bazı destan parçalarını veya koşuk, sagu adı verilerin şiirlerini söylerlerdi.
  • Bu dönemdeki şiirler hece ölçüsüyle söylenmiştir.
  • Şiirlerde genellikle yarım uyak kullanılmıştır.
  • Nazım birimi dörtlüktür.
  • Dildeki sözcük sayısı sınırlı kalmıştır, yabancı dillerin etkisi yoktur.
  •  Tabiatla iç içe oldukları için sanatçılar benzetmelerde doğadan yararlanmıştır.
  • Şiirlerde işlenen konular; kahramanlık, yiğitlik, ölüm, savaş ve aşktır.

23 Haziran 2015 Salı

TOLSTOY HAYATI ve Savaş ve Barış'ın özeti

MEHMET MERİÇ UÇAR

TOLSTOY LEV NİKOLAYEVİÇ
  9 Eylül 1828 Rusya’nın Tula ilinin Yasnaya Polyana Köyünde doğmuş olan Tolstoy 20 Kasım 2010 tarihinde Rusya’da Astapovo’da bir tren istasyonunda ölü olarak bulundu.
  Dünyanın en büyük romancılarından sayılan Rus yazar, Hristiyan reformcusu ve ahlakçı düşünür. Başyapıtları olan Voyna i mir(Savaş ve Barış) (1865-69) ve Anna Karenina’nın (1875-77) yayımlanmasından sonra yaşadığı ruhsal bunalımın etkisiyle Hz. İsa’nın öğretisine yönelmiş, yaşamın anlamına ilişkin sorularının yanıtını Yeni Ahit’te aramıştır.
  Toprak sahibi soylu bir ailenin oğluydu. Çocuk yaşta anne babası öldüğünden akrabaları tarafından yetiştirildi. Özel öğretmenlerden ders aldıktan sonra 16 yaşında Kazan Üniversitesi’ne girdi. Çalışkan zeki bir öğrenci olarak burada kendini fark ettirdi. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire’i ve J.J.Rousseau’yu okuyarak onların etkisi altında kalmıştır. Verilen Eğitimin yanlış olduğu konusunda bazı düşünceleri olan Tolstoy resmi eğitime duyduğu tepkiyle 1847’de Yasnaya Polyana’ya dönerek topraklarını yönetmeyi ve kendi kendini eğitmeyi denediyse de fazla başarılı olamamıştır. Moskova ve Petersburg’un hareketli ortamını kırsal yaşama yeğlemiştir.1851’de Kafkaslar’da asker olan kardeşi Nikolay’ın yanına gidip; ertesi yıl da orduya katılmıştır. Boş zamanlarını yazmakla geçirerek yayımlanmış ilk kitabı olan Destvo (Çocukluk)’yu 1852’de tamamladı. Bu otobiyografik kitabının devamı olarak yazdığı Otroçestvo (İlk Gençlik) 1854’te,Yunost (Gençlik) ise 1859’da yayımlandı. Kafkaslar’daki deneyimlerine dayanan “Nabeg (Baskın)” 1853 ve “Rubka lesa (Ağaç Kesmek) 1855 yıllarında yazdığı öykülerinde savaş teması işlemiştir. Askeri harekâtı gerçekçi biçimde çözümlediği bu öykülerindeki yalancı kahramanlık eleştirisi Sivastapol’un (1855-56) temel konusunu oluşturmuş.1854’te Tuna cephesine alınan Tolstoy Kırım Savaşı sırasında Sivastopol Kuşatması’na katılmış ve savaştan sonra ordudan ayrılmıştır.
  1857’de Fransa, İsviçre ve Almanya’yı kapsayan bir yurtdışı gezisine çıkan Tolstoy yolculuklarına dayananan öykülerinin eleştirilmesi üzerine edebiyattan soğuduysa da yazmayı sürdürdü.1855-63 arasında yazdığı “Dva gusara (İki Husar)”, “Tri Smerti (Üç Ölüm)”, “Semeynoye Sçastye (Samimi Saadet)”, “Polikuşka” ve “Holstomer” gibi öykülerinde daha çok ahlaki sorunlara ağırlık verdi; maddeci toplumun doğal insan üzerindeki kötü etkilerinden söz etti. İnsanın doğal durumuyla toplum tarafından bozulmuşluğu arasındaki karşıtlığı Kazaki (1863) (Kazaklar) adlı yapıtında büyük bir ustalıkla işlemiştir.
  Tolstoy 1850’lerin sonlarında köylülerin eğitimsizliğini sorun olarak görmeye başladı. Ülkesine dönüşünde Yasnaya Polyana’da köylü çocuklar için açtığı okulda ilerici öğretim yöntemlerini başarıyla uyguladı.1860-1861 yıllarındaki ikinci Avrupa yolculuğu sırasında çeşitli ülkelerdeki eğitim kuram ve uygulamalarını inceledi. Bir eğitim dergisinin yanı sıra basitliği ve çekici yaklaşımıyla yaygın kabul gören ders kitapları çıkardı.1862’de Sonya (Sofya) Andreyevna Bers’le evlendikten sonra ise eğitim etkinliklerini bıraktı: İzleyen 15 yılı mutlu bir aile babası olarak geçirdi;13 çocuğu oldu daha sonrasında hayatın anlamını ortaya çıkarmadan yaşaması onu intihara kadar sürüklemiştir. Topraklarını başarıyla yönetti ve yeniden yazmaya döndü. Savaş ve Barış ile Anna Karenina’yı bu dönemde yarattı.
  Dünyanın en büyük iki üç romanından biri sayılan Savaş ve Barış’ı Tolstoy yaklaşık yedi yılda tamamladı.1805-14 arasını kapsayan romanda beş soylu ailenin öyküsünü, arka planda Rus toplumsal yaşamına ve Napolyon’un ordularıyla mücadeleye yer vererek anlattı; soylularla köylüleri, subaylarla askerleri, Rus çarıyla Fransız imparatorunu, kentsel yaşamla kırsal yaşamı ve gerçekçi savaş betimlemelerini dev bir panaroma içinde sundu. Ama insan yaşamındaki doğal aşamaların (doğum, çocuk, olgunluk, aşk, evlilik, yeniden doğum ve ölüm) belirleyiciliğine duyduğu inançla savaş temasına aile yaşamına göre ikincil bir önem vermiştir. Romanın en çok eleştiri çeken bölümleri ise tarih felsefesini ve savaşla savaşın mimarları konusundaki görüşlerini ortaya koyduğu yerler olmuş ve bu eleştirileri öngören Tolstoy 1868’de bir makale yayımlayarak görüşlerini açıkladı; tarihsel süreçte özgür seçime yer olmadığını, tarihi yarattıkları kabul edilen önderlerin eylemlerinin de başkaları tarafından önceden belirlendiğini ve tarihsel belirlemenin önüne geçilemeyeceğini savundu
  Tolstoy’un yaşam felsefesi iki büyük romanı arasındaki dönemde değişmeye başlamıştır. Savaş ve barış gibi iyimser bir roman olmayan Anna Karenina’da içlerindeki çatışmalar genellikle çözümsüz kalan karakterlere yer vermiş ve yasak aşkı kaçınılmaz olarak trajik sona varacak olan Anna’yı ahlak kurallarına karşı çıktığı için değil yüksek sosyetenin ikiyüzlülüğünü seçmediği için cezasını çeken bir karakter olarak çizdi. Romanda bu yasak aşk ile kendi yaşantısını anımsatan mutlu aşk ve evlilik arasında da bir karşıtlık kurdu.
  Mutlu evliliğine, romancı olarak kavuştuğu üne ve yüksek gelirine karşın Anna Karenina’yı bitirdiğinde Tolstoy kendinden hoşnut değilmiş ve gençliğinden beri yaşamın amacını kavramak için gösterdiği çaba bu yıllarda ruhsal bir bunalıma sürüklenmesine yol açmıştır. 1878-79 yıllarında yazdığı İspoved’te (İtikatname) yaşamın anlamını ararken çektiği manevi acıları dile getiren Tolstoy 1879’da bunalımın doruğuna ulaşmıştır. Bir ara intiharı düşünmüşse de filozofların, ilahiyatçıların ve bilim adamlarının yazıları inceleyerek de özüme varamadı. Sonunda aradığı ipucunu büyük yakınlık duyduğu köylülerde buldu; onlardan insanın kendisi için yaşaması değil, Tanrı’ya hizmet etmesi gerektiğini öğrenmiştir.
  Yeni Ahit’i özüne bağlı kalarak yeniden yorumladığına inanan Tolstoy bir tür Hristiyan anarşizmini benimsemiş ve kilisenin otoritesini reddetmiştir.1901’de de kilise tarafından aforoz edilmiştir. Ayrıca varlığını zor uygulamasına borçlu olduğu gerekçesiyle hükümete ve zorla ele geçirildiğine inandığı özel mülkiyete karşı çıktı. Kendi topaklarını dağıtmak istediyse de ailesinin isteğine boyun eğerek mülkünü yasal olarak aile üyelerine devretmiştir.
  1900’den sonra zamanının çoğunu din toplum, ahlak ve sanat konularındaki görüşlerini açıkladığı çeşitli yazılara ayırmıştır. 1891 yılında yazdığı Kritika dogmatiçeskovo bogoslaviya’da (Dogmatik İlahiyatın İncelenmesi) Rus Ortodoks Kilisesi’ni şiddetle eleştirdi. 1883’te yazdığı ve ertesi yıl yasaklanan V çyom moye vera’da (Neye inanıyorum) din konusundaki görüşlerini sistemleştirmeye çalıştı. 1902’de yazdığı Tak çto je nam delat? (Bu Durumda Ne Yapmalıyız?) adlı çalışmasında yoksulluğun nedenlerini ele aldı. Hıristiyan anarşizmini ise 1894’te Tsarstvo bojiye vnutri vas’ta (Tanrı’nın Ülkesi Senin İçindir) ortaya koydu. 1897’de tamamladığı Çto takoye iskusstvo? (Sanat Nedir?) adlı kitabında toplumsal ve dinsel görüşleriyle uyumlu bir estetik kuramı geliştirmeye çalışarak bir yapıtın ancak sanatçının ruhunu okura ya da izleyiciye “bulaştırabilmesi” koşuluyla sanat sayılabileceğini ileri sürdü. Tanrı ve insan sevgisini “bulaştıran” dinsel sanatı, sanatlar sıralaması içinde en üst derece olarak kabul etti.O zamana değin yazdığı roman ve öykülerin yanı sıra Shakspeare ve Wagner’in bazı yapıtlarını da yeni kuramının ahlaki koşulunu yerine getirmedikleri için sanat saymadı.
  Tolstoy ruhsal bunalımının ardından gene ahlaki amaçlı birçok masal ve öyküde yazdı. Bunlardan 1881’de “Çem Iyudi jivi” (İnsan Ne İle Yaşar),1885’de “Dva Starika” (İki Yaşlı Adam), 1886’da “Mnogo li çeloveku zemli nujno?” (Bir İnsana Ne Kadar Toprak Gerekir?) ve 1903’de “Tri voprosa” da (Üç Soru) yalın bir üslup kullandı ve eski yapıtlarındaki zengin ayrıntılara yer vermedi; köylü yaşamını temel alan bu öykülerini “iyi, evrensel sanat” saydı. Eğitimli okurlara seslendiği 1886’da “Smert İvana İliça” (İvan İlyiç’in Ölümü) gibi öykülerinde ise eski üslubuna daha çok yaklaştı.1891’de “Kreytserova Sonata” da cinsellik konusunu ele alan Tolstoy 71 yaşındayken yeni bir roman yazdı, ama 1899’da Voskreseniye (Ölümden Sonra Dirilme) adlı bu romanında Savaş ve Barış ile Anna Karenina’nın sanatsal düzeyine ulaşamadı.
  Günlük yaşamını da yeni görüşleri doğrultusunda değiştirmeye çalışan Tolstoy içki ve tütünü bıraktı; basit köylü giysileriyle dolaşmaya, kendi işini kendi görmeye başladı. Görüşleri ülke içinde yayıldıkça izleyicileri ve ziyaretçileri arttı. Bütün bunlara şiddetli tepki gösteren karısının 1880 öne yapıtlarının yayın akını ele geçirmesi üzerine (ve belki kendisi de beğenmediği için) son dönem yapıtlarının bir bölümünü yayımlamaktan kaçındı. En iyi yapıtları arasında yer alan bu dönem ürünlerinden 1904’te yazdığı Hadjii Murat (Hacı Murat) adlı romanında cesur bir Kafkas savaşçının öyküsünü anlattı.1898’de yazdığı Otets Sergi (Serge Baba) keşişliği seçen bir soylunun, “Alyoşa Gorşok” (Çömlek Alyoşa) ise her türlü olumsuzluğa teslim olarak kendi kabında mutluluğa ulaşan genç bir köylünün öyküsüydü.
  Tiyatroyu sanatın en etkili alanı olarak gören Tolstoy’un 1888’de sahnelenen en başarılı oyunu Vlast tmi (Karanlığın Kudreti) gerçekçi bir trajedi, Plodi prosveşçeniya(Eğitimin Meyveleri) ise aristokrasiyi yeren bir komediydi. Tamamlayamadığı otobiyografik nitelikli İ svet to tme svetit’nin (Karanlıkta Bir Işık) kahramanı ailesine kendi inançlarını benimsetemeyen biri,1902’de yazdığı Jivoy trup’unki de (Yaşayan Ölü) bir sarhoştu. Tolstoy’un oyunlarında sn dönem yapıtlarındaki ahlakçılığından iz yoktu; bunun yerini insanoğlunun kusurlarına anlayışla bakan, sıcak bir yaklaşım almıştı. Onu Tolstoy’un şu sözlerinden de anlıyoruz “Sevgi; insanın tek akıllıca davranışıdır. Sevgi; insan ruhunun en akıllıca ve en şerefli oluşudur. Sevgi; yaşamanın bütün zıtlıklarını çözer, yalnız ölüm korkusunu savan değil; ama insanı başkaları için kendisini yok etmeye coşturan en gerçek mutluluk, en büyük nimettir.”
  Ailesinin rahat yaşamıyla inancının gerektirdiği basit yaşam arasındaki çelişkiye daha fazla katlanamayan Tolstoy, doktoru ve küçük kızı Aleksdra’yla birlikte bir gece gizlice evini terk etti. Birkaç gün sonrada ıssız bir tren istasyonunda zatürreeden öldü.
  Son 2000 yılın tarihini bireylerin ahlaki gelişmesiyle hükümetlerin ahlaki çöküşünün belirlendiğine, azınlığın çoğunluk üzerindeki baskısının halkın ahlaki gelişmesi sonucunda ortadan kalkacağına inanan Tolstoy yalnızca dünyanın en büyük romancılarından değil, aynı zaman 19.yüzyılın en etkili ahlakçılarından sayılır.
  Dünyanın edebiyatının en büyük romancılarından biri sayılan Tolstoy’un en ünlü eserleri: Savaş ve Barış, Anna Karenina, İvan İlyiç’in Ölümü, Karanlığın Kudreti, Ölümden Sonra Dirilme, Yaşayan Ölü, Hacı Murat olarak sayabiliriz.






Özet:Savaş ve Barış Kitabı Özeti
İhtiyar Prens Bezukof uzun zamandan beri hastadır ve ölümle pençeleşmektedir. Bütün çocukları onun öldüğünde mirası nasıl dağıtacağını merak ederler ve ihtiyar adam bütün parasını çok sevdiği oğlu Piyer’e bırakmıştır. Petersburg kibar âlemin de pek saygın bir yere sahip olmayan Piyer şimdi el üzerinde tutuluyordu.
Fransa ile yapılacak savaş başlamak üzere idi ve hazırlıklar yapılıyordu. Bu savaşa Andre, Nikola, Denisof ve daha niceleri gidiyordu. Bütün alaylar hazırlandıktan sonra savaş başlar. Uzun uğraşlar sonucu Fransız orduları püskürtülür.
Petersburg kibar âleminin sayılı isimlerinden olan Prens Vasili, güzelliği ile tanınmış kızı Elen’i, zengin olması sebebiyle Piyer ile evlendirmek istiyordu. Bir balodaonları bir araya getiren Vasili daha sonra aralarından çekildi. İlk açılan Prenses Piyer’i öptü ve sonrasında evlendiler.
Fransız’lar bir daha taarruz edeceklerdi. Her şey Osterliç Savaşından bir gün önce hazırlandı. Savaş başladığından bir süre sonra Ruslar büyük kayıplar vermeye başlamışlardı. Sonunda Rusya yenildi, İmparator yaralanmış, Başkumandan vurulmuş, diğerleri ise kaçmışlardı. Prens Andre savaş alanında kalmıştı ve Fransızlar tarafından esir alınmıştı.
Piyer’in kulağına Dolokof’un Elen’i lekelediği gelmişti ve o zamandan beri canı çok sıkkındı. Sofrada hep birlikte oturuyorlarken Dolokof’un elinde bulunan kâğıdı istemiş ve Dolokof’da vermeyince Piyer ona bir düello teklif etmiş, bu düelloda onu yaralamıştı. Dolokof yerde yaralı yatarken onu Nikola almıştı. Bu olaydan sonra Piyer karısı Elen’i terk etti.
Andre’nin evine onun esir düştüğü haberi çoktan gelmişti ve oradakileri çok üzmüştü. Karısı Liza doğum dönemlerine giriyordu. Bir zaman sonra Liza’nın sancıları artmış ve doğurmasının vakti gelmişti. O anda içeriye Andre girdi. Fransızlar onu serbest bırakmışlardı. Liza’yı gördükten sonra dışarı çıkarıldı. Girdiğinde ise bir erkek çocuk dünyaya getirmiş olan Liza ölmüştü.
Çar ile Napolyon arasındaki bağ o kadar güçlenmişti ki artık savaş olmuyor, hatta bazı kesimler Çar’ın kız kardeşlerinin birinin Napolyon ile evleneceği söylentisi bile çıkmıştı.
Piyer Petersburg masonluğunun üyelerinden biri oldu. Mason olduktan sonra karısı Elen’in ondan af dileme niyetinde olduğunu öğrendi. Hatta bununla ilgili bir mason gelerek ona karısını kabul etmesi hakkında nasihatte bulur, eğer karısını kabul etmese bunun masonluğa uymayacağını da söyler. Piyer karşısında herkesin bir ağız birliği etmiş olduğunu anlar ve kabul eder.
Petersburg’da düzenlenen bir baloda Andre Nataşa’yı görür ve çok beğenir. Baloda onunla birkaç kere dans eder. Balodan sonra bile onu unutamamaktadır. Piyer’in cesaretlendirmeleri ile gidip açılmaya karar verir. Önce Nataşa’nın annesine konuyu açar, kadın kabul eder. Daha sonra gidip Nataşa’ya bu konuyu açtığında kız da havalara uçmuştur. Fakat arada tek bir sorun kalmıştır, o da Andre’nin babasının düğünü bir yıl sonra yapma isteğidir. Bu bir yıl boyunca Andre yurt dışında gezmeli ve dolaşmalıdır. Nataşa bu öneriyi kabul eder ve hep onu bekleyeceğini söyler. Andre gitmeden önce gizlice nişanlanırlar.
Andre gezide olduğu sırada Nataşa bir baloya katılır. Orada Prens Vasili’nin işe yaramaz oğlu Anatolu görür. Anatol Nataşa ile tanışmak isteğindedir. Anatol kız kardeşi Elen sayesinde Nataşa ile tanışır. Onunla uzun süre konuşur ve gelecek baloya davet eder. Nataşa konuşmadan sonra fazla ileri gittiğini düşünür ve pişman olur. Daha sonrasında davet edildiği baloya gider. Orada Anatol onu karşılar ve ona onu sevdiğini söyler. Nataşa ona nişanlı olduğunu söylediği halde adam aldırmaz. Nataşa bundan çok etkilenir ve onu sevmeye başlar. Balodan döndükten sonra olayı Sonya’ya anlatır. Sonya o adamdan kimseye hayır gelmeyeceğini, işe yaramazın teki olduğunu anlatmaya çalışsa da Nataşa onu dinlemez ve hatta ona karşı olan hakaretlerinden dolayı bozuşurlar. Sonya zamanla Nataşa’nın Anatol ile kaçma planları yaptığını anlar ve bu konuyu hemen Nataşa’nın amcasına açmaya karar verir. Gece Anatol’a Dolokof yardım ediyordu. Anatol kapıdan girip birkaç adım ilerledi. Fakat karşısına iri bir adam çıktı. Anatol kıvrak bir hareketle onun elinden kurtuldu. Nataşa, Piyer’den Anatol’un evli olduğunu duyunca bu ilişkiye son verdi ve Sonya ile konuşmaya başladılar.
Fransa-Rusya savaşı gene başlamıştı. Bu savaşa Nikola, Andre gibi eski askerlerin yanında yeni olan Piyer de katıldı. Savaşta Fransa ilerliyor ve Lisi-Gori’ye kadar gelmeye başlıyordu. Andre Mari’ye ve ihtiyar prense bir mektup göndererek hemen Moskova’ya gitmelerini söyler.
İhtiyar prens oradan ayrılmadan önce bir felç geçirir. Sağ tarafı tutmamaktadır. Mari hâlâ ona bakmaktadır. İhtiyar prens bu halde bazı şeylerin farkına varmaya başlar. Prenses Mari’ye çok çektirdiğini anlar, sürekli ondan özür diler. Doktor gelip onu muayene ediyordu ve bir gün onu yatağında ölü buldular.
Mari’nin Moskova’ya gitmesine mujikler engel oluyordu. Oradan geçerken bunu gören Nikola Mari’ye yardım ederek onun oradan kurtulmasını sağladı. O anda Mari ile Nikola arasında ilk elektriklenme gerçekleşti.
Fransız orduları Moskova’ya da yaklaşmaya başladılar. Kısa süre sonra Moskova’yı da aldılar. Herkes arabalarıyla gitmekteydi. Arkalarına baktıklarında ise Moskova yanıyordu. Andre bu savaşta çok ağır yaralanmıştı. Rostof ailesi de yüklerini arabalara yüklüyordu. Fakat daha sonra o yüklerin bir kısmını boşaltıp savaş yaralılarını almaya başladılar. Bir köyde mola verdiklerinde yaralılar boşaltıldı ve herkes dinlenmeye çıktı. Nataşa, yaralıların arasında Andre’nin de olduğunu duyunca gözüne uyku girmedi ve gidip ona baktı. Nataşa ondan yaptıklarından dolayı özür diledi ve ona onu sevdiğini söyledi. Andre’nin durumu çok ağırdı. Ateşi düşmüyordu.
Moskova’da kalan Piyer birisine yardım etmeye çalışırken, kendisinin kundakçı olduğunu sanan askerler onu tutuklarlar ve ceza evine koyarlar. Oradan bir grup ile birlikte çıkarılırlar ve bu gruptaki bir kaç insan kurşuna dizilir. Kendisinin kurtulduğuna şaşmaktadır.
Piyer’in karısı Elen anjin sebebiyle ölür. Yine aynı günlerde Nikola’ya bir mektup gelir ve bu Sonya’dandır. Sonya ona aşklarının artık sürmeyeceğini anlatır. Bu mektubu Nikola hemen Mari’ye götürür. Bu mektup sayesinde Nikola-Mari aşkı daha da alevlenir. Mari bundan sonra Andre’nin yanına gitmeye karar verir ve yanında küçük Nikolenka’yı da götürür. İki gün boyunca Andre’nin başından ayrılmadılar. İki gün sonra Andre öldü.
Fransa Moskova’yı ve diğer aldığı yerleri elde tutamadı ve büyük bir ger çekiliş başlar. Bu geri çekiliş esnasında Nataşa’nın henüz on altı yaşındaki kardeşi Petiya kaçanların peşinden kovalarken kafasına kurşun alarak öldü. Rostof’lar bunun acısını da yaşamak zorunda kaldılar.
Nataşa Andre ve Petiya’nın acısın unuttuktan sonra Piyer Mari’nin de yardımıyla Nataşa ile evlendi.
Nikola ile Mari yaklaşık Piyer’lerin evliliğinden bir veya iki yıl sonra evlendiler. Nikola babasının girdiği borçları ve zararların hepsini kapattı. Hem de Mari’nin hiçbir hissesini satmadan.
Nikola ile Mari’nin bir kızları olur. Nataşa ile Piyer’in ise üç kızları ve bir de erkek çocukları olur. Andre’nin oğlu Nikolenka ise Piyer’i babası olarak görüyor ve hep onu örnek alıyordu.



Olay Örgüsü:
- Piyer’in babasının hastalanıp ölmesi.
- Savaş hazırlıklarının yapılması ve savaşın başlaması.
- Piyer ile Elen’in evlenmesi.
- Andre’nin esir düşmesi.
- Piyer’in Dolokof ile düello yapması.
- Andre’nin dönüşü ve Liza’nın ölümü.
- Piyer’in Elen’i tekrar kabul etmesi
- Andre’nin Nataşa’ya aşık olması.
- Nataşa’nın Anatol’a aşık olması.
- Savaşın tekrar başlaması.
- Andre’nin tekrar ortaya çıkması.
- Piyer’in esir düşmesi.
- Andre’nin ölümü.
- Nataşa ile Piyer’in evliliği.
- Nikola ile Mari’nin evlenmesi.

Şahısların Değerlendirilmesi:
Piyer: İri yapılı, cesur bir adamdır, fakat biraz çekingendir. Babası Prens Bezukof’un nikâhsız bir kadından olma çocuğudur. İlk olarak Elen’i sevmekteydi fakat daha sonra Nataşa’ya değişik duygular hissetmeye başlamıştır. Fakat Andre’den dolayı ona açılamamaktadır. Karısının ölümünden sonra ona daha da aşık olmaya başlamıştır. Andre öldüğünde evlenmişlerdir.
Andre: Kısa boylu cesur ve akıllı bir askerdir. Prenses Liza ile evlidir. Karısı doğururken öldükten sonra Nataşa’ya açılmaya karar vermiştir. Son savaşta ağır yaralanması sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Arkasında yetim bir çocuk bırakmıştır. Piyer’in iyi bir dostudur.
Nikola: Çok büyük bir vatanseverdir. Ailesine çok düşkün, hep onların dediğinin olmasını isteyen bir karakterdir. Hatta bu sebepten dolayı, biraz da çıkan aksiliklerden dolayı sevdiği kızı, Sonya’yı terk etmiştir. Daha sonra gölünü Prenses Mari’ye kaptırıp onunla evlenmiştir. Savaşa askerlik yapmaya gitmiştir.
Nataşa: Yaşadıklarından çok çabuk etkilenen bir kızdır. Aşk bakımından kararları çok değişmektedir. Önce Boris’e gönlünü kaptırır, daha sonra Andre’ye, sonrasında Anatol’a ve sonra tekrar Andre’ye dönmüştü, fakat Andre aynı günlerde ölür. Bunun etkisini üzerinden attığında Piyer’le evlenmiş ve mutlu bir yaşam sürmüşler.
Sonya: Fakir ama çok güzel bir kızdır. Kuzeni Nikola’yı sevmektedir ve aşkı karşılıksız değildir, fakat bir süre sonra ona bir mektup yazarak ayrılmıştır. Nikola, Mari ile evlendiğinde Mari’den nefret etmeye başlamıştır.
Mari: Biraz çirkindir, fakat vefalı bir insandır. Babasının ona o kadar çektirmesine rağmen onu ölümüne kadar yalnız bırakmamıştır. Nikola’yı sevmektedir.
Elen: Çok güzel, fakat az huysuzdur. Erkeklerin hepsi ona hayrandır. O yaşadığı yanlış bir şeyden dolayı Piyer’le kısa süreliğine bozuşur. Daha sonrasında anjinden ölür.
Liza: Andre’nin eşidir ve ona çok bağlıdır. Çok güzel bir kadındır ve bir o kadar da güzel huyludur. Doğum yaparken ölmektedir.
Denisof: Oldukça cana yakın ve samimi bir insandır. Nataşa’yı sevmektedir, fakat Nataşa ona yüz vermeyince vazgeçer.
Dolokof: Denisof’un tam tersine bir adamdır. Bir zamanlar Piyer’in arkadaşı idi, fakat Piyer’in karısı Elen’i lekelemesi sebebiyle Piyer onu arkadaşlıktan siler. Daha sonra Sonya’ya bir evlilik teklifinde bulunur fakat Sonya onu kabul etmeyince vazgeçer.


Zaman:
 Bu olay 1804’lerde başlamıştır. Fransa-Rusya savaşları dönemini anlatmaktadır.
Mekân:
 Olayın geçtiği veya söz edilen belirli bir yer yoktur; birkaç yer mevcuttur. Bunlar Lisi-Gori, Moskova ve St. Petersburg’dur.
Dil, Üslûp ve Anlatım: Yazar akıcı ve sade bir dil kullanmıştır. Bu doğrultuda anlatımda açık ve akıcıdır. Yer yer süslü anlatımlara yer verilmiştir. Fakat geneli sade bir şekilde yazılmıştır.










































KAYNAKÇA
Gediz Üniversitesi Kütüphanesi
ü Ana Britannica: Genel Kültür Ansiklopedisi
Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi
ü Resimli Dünya Edebiyatı Sözlüğü /Seyit Kemal Karalioğlu/
ü Büyük Larousse Ansiklopedisi
ü Kitap Özeti İçin http://karlitorosdaglari.blogcu.com






  






Rubai Tanıtımı ve bir adet örnek

MEHMET MERİÇ UÇAR

RUBAİ
  Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiş olan dörtlük biçiminde yazılan kendi özgü ölçüsü olan bir nazım biçimidir. Fakat sadece dörtlük biçiminde yazılmışlardır demek hata olur beyitler şeklinde yazılmış rubai’lerde bulunmaktadır. Rubailerde mahlas bulunmaz. Rubailer Aruz ölçüsüyle yazılır. Rubailerde birinci ikinci dördüncü dizeler kendi aralarında uyaklıdır, üçünü dizeler ise serbesttir. Kelime anlamı olarak “dört dörtlük” anlamına gelen rubai, doğu İslam ülkelerinde İran’da kullanılmaya başlanmıştır. İranlılar Arapça olan “Rubâî”,Araplar ise Farsça “Dübeyt” demektedir. Her dizesi birbiriyle uyaklı rubailere "rubai-i musarra" ya da "terane" adı verilir. Rubainin, aruzun hezec bahrinden 24 kalıbı bulunur. Bunlardan; mef'ûlü birimiyle başlayan 12 kalıba "ahreb", mef'ûlün birimiyle başlayan öbür 12 kalıba da "ahrem" denir. Kalıpların sonu "fâül" ya da "fa" birimiyle biter.
  Rubailerde şairler genellikle dünya görüşlerini, dini ve tasavvufi düşüncelerini, rindane tavırlarını, maddi manevi aşk anlayışlarını kısa ve özlü bir şekilde işlerler. İlk üç mısra fikri hazırlarlar. Asıl verilmek istenen fikir dördünce mısrada çarpıcı bir şekilde söylenir. Fikir dört mısra içinde özlü bir şekilde vermek gerektiğinden rubai yazmak zor meşakatli bir iştir. Derin bir ruhani kişilik gerektirmektedir. “Kısalığı nispetinde derin, derinliği nispetinde de benliğimizde yer edebilecek kadar veciz, sıkıştırılmış, düşündürücü bir şiirdir. Ekseriya çok sade olur; bu sadeliği de zahiridir. Daha çok sadeliği içinde heyecan verici ve oyalayıcı bir tarafı vardır.” (Çelebi, 1945) Rubai türünün en ünlü şairi Ömer Hayyam’dır. Cumhuriyet döneminin rubai yazan şairleri ise Yahya Kemal Beyatlı, Nazım Hikmet, Cemal Yeşil, Arif Nihat Asya, Atilla İlhan, Fuat Bayramoğlu, Ümit Yaşar Oğuzcan’dır. Cumhuriyet döneminin en önemli yazarları ise Yahya Kemal Beyatlı ve Arif Nihat Asya diyebiliriz.
  Rubai hakkında özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz;



ü  Kafiye düzeni aaxa ya da aaaa biçimindedir.
ü  Rübailerde aşk, şarap, dünyanın türlü nimetlerinden yararlanma, hayatın anlamı ve hayat felsefesi,tasavvuf ve ölüm gibi konular işlenir.
ü  3. Rübai diğer nazım şekillerinden farklı olarak özel bir ölçüyle yazılır. 24 kalıbı vardır.
ü  Rübaide ilk iki dize fikrin hazırlayıcısıdır. Asıl söylenmek istenen düşünce 3. veya 4. dizede ortaya çıkar.
ü  Genelde mahlassız şiirlerdir.
ü  Rübai Edebiyatımıza İran Edebiyatından geçmiştir.
ü  Rübai’nin en büyük şairi İranlı Ömer Hayyam(XII yy)’dır. Türk edebiyatının en usta şairleri Kara Fazlî, Azmizade Haleti, Nâbi ve son dönemde de Yahya Kemal’dir.


  Ömer Hayyam’dan rubai örneği verecek olursa;
 
  Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
  Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
  Şu durmadan kurulup dağılan evrende
  Bir nefestir alacağın, o da boş
 
  Bir yürek ki yanmaz yürek denir mi ona                                           
  Sevmek haram yüreğinde ateş olmayana
  Bir günü sevgisiz geçirdinse yazık
  En boş geçen günün o gündür inan bana


                                                                               
                                  
KAYNAKÇALAR
ü Türk dili ve edebiyatı ansiklopedisi
ü İslam Ansiklopedisi
ü www.rubai.nedir.com
ü tr.wikipedia.org/wiki/Rubai
ü www.edebiyatogretmeni.org/rubai/