MEHMET MERİÇ UÇAR
BELAGAT
Belagat
sözlükte “sözün fasih ve açık seçik olması” anlamında masdardır. Bazı kaynaklar
bunu “ulaşmak, olgunlaşmak, ergin çağına varmak” manasındaki buluğ kelimesiyle
ilgili görüyorlarsa da bab ve masdar değişikliğinden dolayı bu anlam isabetli
görülmemektedir. Terim olarak ise biri “meleke” diğeri “ilim” olmak üzere iki
manada kullanılmıştır. Meleke olarak belagat, sözün, fasih olmakla beraber yer
ve zamana da uygun olmasıdır. Diğer bir söyleyişle bir fikrin sözlü ve yazılı
olarak yerinde yeterince ve zamanında ifade edilmesidir. Belagat insanda
doğuştan var olan bir melekedir. Kuran-ı Kerim’de “O insanı yarattı ve ona
beyanı öğretti.” Buyurmaktadır. Dolayısıyla belagat henüz ilim haline gelmeden
önce meleke olarak şair, yazar ve hatiplerde hatta halkın dilinde de vardı. Bu
sebeple sonraları birer belagat terimi kabul edilecek olan teşbih, mecaz, istiare,
takdim, tehir, cinas, mutakabat vb. edebi sanatlar her dil ve kültürde daima
kullanılmıştır. İlim olarak ise düzgün yerinde söyleme usul ve kaidelerini
inceleyen belagat, meani, beyani ve bedi olmak üzere üç gruba ayrılır. Belagat
Arap dili ve edebiyatıyla ilgili ilimler içinde bağımsızlığını en geç
kavuşanıdır. Zira Kuran-ı Kerim’in icazını anlayabilmek için Müslüman
milletlerin ve çeşitli nesillerin uzunca bir süre bu konu üzerinde çalışıp
belagatin ilkelerini, metot ve terminolojisini ortaya koymalarını beklemek
gerekiyordu. Ancak bu tarihi süreçten sonra belagat bağımsız bir ilim
olabilmiştir. Bu ilim bağımsız hale gelinceye kadar tarih gelişimine ve ihtiva
ettiği konuların ağırlığına göre de değişik isimlerle anılmıştır. Arap
edebiyatında belagat önce tenkit şeklinde başlamış, İslami dönemde ise hem
Kuran-ı Kerim’in icazını hem de edebi tenkit sebebiyle bu faaliyet daha hızlı
bir şekilde devam etmiştir. Edebi tenkit ve Kuran-ı Kerim’e hizmet maksadıyla
yapılan çeşitli çalışmalarda belagat ilgili olanları dört dönem halinde
incelemek mümkündür.
BİRİNCİ
DÖNEM
Kuran-ı
Kerim’in nüzulünden yaklaşık IV.(x) yüzyıl sonlarına kadar devam eden bu
dönemdeki belagat çalışmaları dil ve edebiyat tefsir edebi tenkit ve kelem
ilimleriyle karışık bir şekilde ele alınmış. Fakat esas hedef Kuran-ı Kerim’i
layıkıyla anlamak olmuştur. Başlangıçta Kuran’ı her Arap’ın mantıklı aradığı
söylenemezse de önemli bir kesim onun fesahat belagatini anlayabiliyordu; fakat
yeni yetişen nesillerin, özellikle de Arap olmayan Müslüman toplumların onu
anlayabilmeleri için çeşitli çalışmalar başlatılmıştır. Bu çalışmaların
sonuçları ancak V.(XI.) yüzyıldan sonra ortaya konan eserlerde elde edilmeye
başlanmış ve böylece belagat bağımsız bir ilim haline gelmiştir. Bu dönemde
yetişen dilci ve edebiyatçıların çoğu aynı zaman tefsir âlimi idi. Dolayısıyla
bu dönemde yazılan tefsirler belagate dair ilk bilgiler için vazgeçilmez birer
kaynak durumundadır. İslam dünyasının sınırları genişleyip Arap olmayan
Müslüman toplulukların Kuran-ı Kerim’i yanlış anlama endişesi ortaya çıkınca
Arap dili gramerlerini kurallar halinde tespitine ihtiyaç duyuldu. İlk
asırlarda bu kurallar tespit edilirken dil ve edebiyat bir bütün olarak ele
alındığından belagat kaideleri de bu ilimler içinde incelenmekteydi. Yine bu
dönemde Müslümanların yabancı kültürlerle teması sonucunda ortaya çıkan bazı
problemlere kelamcıların çözüm getirmeleri, özellikle İslam’a ve Kuran-ı
Kerim’e yöneltilen eleştirilere cevap aramaları belagat iliminin gelişmesi
açısından faydalı olmuştur. İslamiyet’in ortaya çıkışından kısa bir süre önce şifahi
olarak görülen edebi tenkit Abbasilerin ilk asrından itibaren medeni ve fikri
ilerlemeyle birlikte yazılı olarak gelişmeye başladı. Edebi tenkit bakımından
son derece verimli olan bu teşekkülünde yabancı tesirler zannedildiği kadar çok
olmamıştır.
İKİNCİ
DÖNEM
IV. (x)
yüzyıl sonlarından VII. (XIV) yüzyılın sonralarına kadar devam eden, belagatin
müstakil bir ilim haline teşekkül etmeye ve terimlerini belirlemeye başladığı
bu dönemde yazılan bu eserlerde belagat konuları ön planda gelmektedir. Belagat
tarihinin nazariyatçılarından biri olarak Abdül Kahir el-Cürcani’nin
Dela-ilü-l-icaz ve Esrarü-l belaga adlı kitapları bu dönemin en meşhur
eserleridir. Bu dönemin sonlarına yazılan eserler yazılan eserler tamamen
belagat ağırlıklı olup, giderek bu ilim beyan, meani ve bediiden ibaret olan
klasik şeklini almıştır.
ÜÇÜNCÜ
DÖNEM
VIII. (XIV)
yüzyıl ortalarından XIII. (XIX) yüzyıl sonlarına kadar devam eden bu uzun
dönemde diğer birçok ilim dalında olduğu gibi belagat ilimlerinde de bir
duraklama başlamış, belagat adına yapılan çalışmalar Sekkaki’nin mitta hu’l ulûm’unun
üçüncü bölümünden faydalanarak hatip el Kazvini tarafından Telhisu’l Miftah
adıyla düzenlenen kitap üzerine yazılan şerh ve haşiye ve ta’likat şeklinde
olmuştur. Artık İslam dünyasında müstakil eserler yerine çeşitli ilimlerde
mantıki bir takım tasnif ve değerlendirmelerle yetiştirilmiş belagat dair
çalışmalarda da durum açık bir şekilde kendini göstermiştir. Bu dönemde kaleme
alınan şerh ve haşiyelerde dikkati çeken bir başka özellikte eserin konusu ne
olursa olsun müellifin kendi ihtisasıyla ilgili terim ve deyimlere büyük ölçüde
değer vermesidir. Bu dönemde belagatle ilgili eserlerde beyan, meani ve bedi
şeklindeki üçlü tasnif aynen devam etmiştir. Ancak bediiyat adıyla Hz.
Peygamberin methini konu edinen her beyitinde en az bir bedii sanat kullanılan
bir nazım şekli ortaya çıkmıştır. Başlangıcından bu döneme kadar belagat
çalışmaları taşıdıkları özellikler bakımından genel olarak kelam felsefe
mektebi ve edebiyat mektebi diye iki ana mektebe ayrılmaktadır. Suyuti bu iki
merhaleyi acem ve felsefecilerin mektebiyle Arap bülega mektebi şeklinde ifade
etmektedir.
a-)
Kelam ve Felsefe Mektebi
Bu mektepte
“efradını cami ağyarını mani” mantıki tarifler, tasnifler, felsefi mantıki
terimler hâkimdir. Bu mektep mensupları belagat ve fesahatiyle tanınan
kişilerden bol örnekler vermek suretiyle yeni bir üslup ve anlayış geliştirme
yerine mantık kaidelerine uygun bir tarif ve bu tarife uygun bir misalden
oluşan anlaşılması zor yoğun bir metin ortaya koyma yoluna gitmişlerdir. Bu
metinlerin anlaşılabilmesi içinde ayıca ve şerh, haşiye ve ta’likat yazma
ihtiyacı duymuşlardır bilhassa Sekkaki’den sonraki belagatçiler bütün güçlerini
zor metinlerin anlaşılmasına sarf ederek bu tür eserleri inceden inceye tahlil
ve tenkit etmiştir. Dolayısıyla müstakil eserlerde ortaya koymadıkları belagatle
ilgili şahsi görüşlerini bu şerh ve haşiye bolluğu içinde kaybolup gitmiştir.
b-)Edebiyat
Mektebi
almışlar bol misal ve sahidlerden hareketle edebi
zevkin ve belagat üslubunun ortaya çıkmasına gayret sarf etmişlerdir. Bu mektebe
mensup eserlerin okunup anlaşılmasını kelam mektebine göre daha kolay olması
sebebiyle bunlarla ilgili şerh, haşiye ve ta’likata ihtiyaç duyulmamıştır. Daha
çok Arapçanın anan dili olarak kullanıldığı Arabistan yarımadası, Irak, Suriye,
Mısır, Magrib de hâkim olan bu mektep esaslarına göre yazılmıştır.
DÖRDÜNCE
DÖNEM
XIII. (XIX)
yüzyıl sonlarından günümüze kadar devam ede gelen İslam dünyasının Avrupa’yla
temasa geçmesinden sonra bir takım yenilik hareketlerinin başladığı bir
dönemdir. Dolayısıyla bu dönemde yetişen belagatçileri diğer birçok ilim
dalında olduğu gibi, klasik tarz belagat çalışmalarını devam ettirenlerle ona
modern bir veçhe vermek isteyenler olmak üzere iki grupta ele almak mümkündür.
XX. yüzyıl belagatçilerinin özelliği, daha önceki dönemlerde yazılıp bu dönemin
başlarında neşredilen metin, şerh haşiyelerden faydalanarak konuyu kendi
düşüncelerine göre ifade etme yoluna başvurmalarıdır. Belagatte modern bir
veçhe vermek isteyenler genellikle Batı edebiyatını okumuş, incelemiş ve bu
edebiyatın etkisinde kalmış kimselerdir bunlar belagatin edebi tenkitle iç içe
olması ve Batıdaki gibi estetik çalışmalardan faydalanılması gerektiğini savunmuşlardır.
En önemli temsilcileri Taha Hüseyin, Abbas Mahmud el-akkad ile İbrahim
el-Mazini’dir. Bunların çoğu belagatle doğrudan ilgili eserler kaleme almamakla
beraber yazı ve kitaplarında belagat konularına sık sık yer vermiş kimselerdir.
FARS
EDEBİYATI
Arapçanın
belagat ilmi için gerekli şartları taşımasına karşılık Hint-Avrupa dillerinden
olan Farsça bu konuda yeterli alt yapıya sahip değildir. Bu bakımdan İran şairleri
özellikle yeni yetindiler. İran edebiyatına geçen birçok Arapça kelimede bu
taklidi kolaylaştırdı. Bu dönemde hemen hemen bütünüyle Arap edebiyatının
etkisi altında bulunan şairler Arap edebi sanatlarından büyük ölçüde faydalandılar.
Belagat türünde bilinen ilk farsça eser, Muhammed b. Ömer er Rahdüyani’nin uzun
zaman Ferruhi-yi Sistani’ye ait gösterilen Tercümanü’l-belaga adlı eseridir.
TÜRK
EDEBİYATI
Güzel yazma
yollarının bilinmesi, fikir ve duygunun “yerinde yeterince ve zamanında” ifade
edilmesi tabii bir şekilde her zaman var olagelmiştir. Fakat bunun bir fen veya
ilim olarak sistemleştirilmesi eski Yunan’da milattan önceki asırlarda
Araplarda ise İslamiyet’ten önceki dönemlerde başlamıştır. Sözlü ve yazılı
edebiyatı bugüne intikal eden, İslam öncesi Türk dünyasında bu yönde bir
çalışmanın varlığından söz etmek mümkün değildir. Ancak Müslüman Türkler İslam
medeniyetinin teşekkülünde oynadıkları rolü Arap dili ve edebiyatı ile belagati
alanında da gerçekleştirmişlerdir. Nitekim Zemahşeri, Teftazni gibi Arap
belagati sahasında eser vermiş büyük yazarlar Türk’tür. Müslüman Türkler
Arapçayı bir ilim dili kabul ettiklerinden belagatıda Arapça olarak yazıya geçirmişlerdir.
Bu sebeple Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları döneminde bu konuda Türkçe
yazılmış bir kitaptan söz etmek mümkün olmamaktadır. Tanzimat’tan sonra batılı
anlamda yeni mekteplerin açılması ve ders programlarına belagatinde alınması bu
konuda yeni arayışlar doğurmuştur. Artık bu okullardaki öğrenciler belagati
aslından okuyacak kadar Arapça bilmiyorlardı. Bunun için Türkçe belagat kitabı
telifinde bir artış görülmüştür. Cevdet Paşa Mekteb-i Hukukta okuttuğu belagat
derslerini Belagat-ı Osmaniyye adıyla cüz cüz yayımlar. Kitap büyük bir yankı uyandırır,
hakkında çeşitli tenkitler yazılır ve bunlara cevaplar verilir. Cevdet Paşa’ya
göre konusunun ilk örneklerinden biridir bu kitap. Arap belagati ile Batı
retoriğinden faydalanarak Tanzimat’tan sonra giderek kendini hissettiren Batılı
anlamdaki yeni edebiyatın, yenileşme devri Türk devri Türk edebiyatının
esaslarını tespit gayesini güden ve belagat tarihimizde bir dönüm noktası
teşkil eden tesiri Cumhuriyet’e hatta günümüze kadar devam eden Ta’lim-i
Edebiyyat’da Mekteb-i Mülkiye’de okutulan ders notlarından meydana gelmiştir.
KAYNAKÇALAR
1-İslam Ansiklopedisi
2-Türk Edebiyatı Ansiklopedisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder