YUNUS
EMRE
Son yüz yıl içerisinde kendinden en çok söz edilen şairlerimizdendir
fakat kendisinin farkına varmamız oldukça vakit almıştır. Tam olarak son yüz
yıl içerisinde keşfedildiğini söyleyebiliriz. Yaşadığı dönemde Bektaşilerce benimsenmiştir.
Halk onu adeta ermiş bir kişi olarak görmüştü hayatı çok büyük zorluklarla geçmiştir.
Edebiyatımızdaki en büyük tasavvuf şairlerimizdendir verdiği olgun ve zengin
örneklerle tasavvuf şiirini zirveye taşımıştır.1250 – 1320 yılları arasında
yaşadığı düşünülse de doğduğu, yaşadığı ve öldüğü yer hakkında kesin bilgiler
yoktur. Günümüzde de onu yaşatıldığı haliyle, sahip çıkılan her yere ait kabul
etme zorunluluğumuz vardır. Şiirlerinde toplumun aksayan yönleri eleştiren,
huzurlu bir gelecek için toplumun zihnen ve manen aydınlatılması gerektiğini
savunan; gönlü Allah ve insan sevgisiyle dolu; güçlü bir şairdir. Risalet-ün
Nushiyye’si aruz ve hece ölçüsüyle yazılan divanı en çok bilinen eserleridir
fakat yine birçok eser Yunus Emre’ye ait olmamasına rağmen onun adıyla
yazılmıştır.
Yazımızda
daha öncede belirttiğimiz gibi Yunus Emre son yüz yılda gerek ülkemizde gerek
yurt dışında insanların en azında kulak aşinalığı sağladığı bir kişi olmuştur.1991
yılında UNESCO ölümünün 750. Yılında onu anmıştır 1991 yılının sevgi yılı
olarak ilan etmiştir. Bu yüzden bize düşen en güzel biçimde tanıtmak ve
ölümsüzlüğünü sağlamaktır.
Yabancı
kişilere Yunus Emre’yi tanıtabilmek için öncelikle kısa biçimde düşünce tarzı,
hayatı ve yaşamından kısa bilgiler sunmak yararlı olacaktır. Bunları
tamamladıkta sonra beyitimize geçebiliriz.
Şimdi
onun bir beyitini ele alacağız ve bunun yabancı insanlara nasıl anlatılması
gerektiği hususunda bilgiler sunacağız.
Aşkın
aldı benden beni, bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni
Yabancı
bir kimseye bu beyiti anlatırken Türk tasavvufu hakkında öncelikli olarak bilgi
vermek ve bu şiirin ne şekilde işlediğini birçok beyit için olduğu gibi bu
beyit içinde anlatmak geçerli olacaktır. Yunus Emre burada bir aşktan bahsediyor
peki bu aşk ne çeşit bir aşk? İşte burada tasavvuf ön plana çıkıyor, aşktan
kastı ilahi aşktır. Fani dünyanın bir sınav olduğu, fani dünyadaki malın mülkün
veya herhangi bir şeyin ona gerekmediğini önemli olanın Allah aşkı olduğunu çok
net biçimde sade temiz bir Türkçe ile dizelerine dökmüştür. Gece gündüz Allah
aşkı ile yandığını tek isteğinin bir an önce Rabbine kavuşmak olduğunu
belirtiyor. Buradaki yanmak kelimesi tabi ki gerçek anlamında değildir. Bu
kelimeden kastı bu aşkın insanı baştan çıkardığı, insanı kendisinden aldığı
Rabbine karşı çok şiddetli bir sevgisinin olduğunu belirtiyor. Kısacası bir
yabancıya bu şekilde anlatarak hem Yunus Emre hakkında bilgi sahibi olması hem
de hissiyatını anlamasını sağlayabiliriz.
NASREDDİN HOCA
Bu büyük
kişiliğinde yine hayatı, ailesi, nerede doğup büyüdüğü kesin olarak belli
değildir. Onuda sahiplenen her yere ait kabul etme zorunluluğumuz
bulunmaktadır. Böyle büyük kişiliklerin nereli olup olmadıkları sorusu bu kadar
önemli değil önemli olan onları toplum olarak böyle güzel biçimde sahiplenebilmemizdir.
Kendisi Türk mizah kahramanıdır. Hatta böyle büyük bir kişiliği olduğu için
ortaya çıkan değişik fıkralarda ona atfedilmiştir. Nasreddin Hoca baskın bir
karakter olduğu için diğer fıkra kahramanlarını eleyerek çoğu fıkranın
kahramanı haline gelmiş buda ona ait olmayan fıkralarında onun adıyla
anlatılmasına neden olmuştur. Fıkraların çoğunda sıradan bir köylü olan, hazır cevap
ve insanlara doğruyu mizahi yolla anlatan, lafını esirgemeyen hatta yeri
geldiğinde kendisiyle bile dalga geçen bir tip olduğu görülür. Hocanın bazen
bir âlim, bazen ermiş bir kişi olarak danışıldığı metinlerde vardır. Sadece
şuan ki Türkiye sınırlarında değil Osmanlı’nın zamanında hâkim olduğu Türkleştirdiği
değişik bölgelerde de onun adına fıkralar vardır ve yine o bölgelerde ayrıca
Nasreddin Hoca’yı kendilerine ait kabul etmektedir.
Şimdi
onun bir fıkrasını ele alacağız ve bunun yabancı insanlara nasıl anlatılması
gerektiği hususunda bilgiler sunacağız.
Bir gün
Nasreddin Hoca, Timur ile birlikte hamama gider; göbek taşına otururlar.
Konuşma
sırasında, bir ara, Timur gururlanarak sorar:
– Hoca,
ben köle olsaydım, acaba kaç akçe ederdim?
Nasreddin
Hoca şöyle bir bakar:
– Kırk
akçe, cevabını verir.
Timur
kızar, sert bir sesle:
– Hey,
insafsız adam! Kırk akçe, yalnız belimdeki kuşağın değeridir, der.
Hoca’nın
cevabı hazırdır:
– Ben de
zaten ona değer biçmiştim.
Bu fıkrayı
incelediğimizde Nasreddin Hoca hakkında kısada olsa bir bilgi sahibi oluyoruz.
Önceden kişilere Nasreddin Hoca ile ilgili verdiğimiz bilgiler ışığında
anlatamaya başlamak doğru olacaktır. Burada fark ettiğimiz gibi halk aslında
onu o kadar yükseltmiştir ki Timur karşısına halk Nasreddin Hoca’yı
çıkarmıştır. Nasreddin Hoca bir nevi halkın kahramanıdır. Burada da anladığımız
gibi hoca hazır cevap, zeki bir tutum sergilemiştir. Verdiği cevap ile algıda
kırıklık yaşatarak okuyan insanların gülmesini sağlamıştır. Buradan da
anlaşılacağı gibi Nasreddin Hoca Türk milleti için çok fazla şey ifade eden
yeri geldiğinde bir kahraman yeri geldiğinde danışılması gereken bir büyük yeri
geldiğinde bir ermiş yeri geldiğinde basit bir köylüdür.
Bu
yazımızda eski kültürümüze ait üç şahsiyeti kısaca inceledik. Onlar hakkında
bilgiler verdik ve gelecekte onları nasıl yaşatmamız gerektiği ve onların dış ülkelere
tanıtımını nasıl yapmamız konusunda bilgi sahibi olduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder