MEHMET MERİÇ UÇAR
TOLSTOY LEV NİKOLAYEVİÇ
9 Eylül 1828 Rusya’nın Tula ilinin Yasnaya
Polyana Köyünde doğmuş olan Tolstoy 20 Kasım 2010 tarihinde Rusya’da
Astapovo’da bir tren istasyonunda ölü olarak bulundu.
Dünyanın en büyük romancılarından sayılan Rus
yazar, Hristiyan reformcusu ve ahlakçı düşünür. Başyapıtları olan Voyna i mir(Savaş
ve Barış) (1865-69) ve Anna Karenina’nın (1875-77) yayımlanmasından sonra
yaşadığı ruhsal bunalımın etkisiyle Hz. İsa’nın öğretisine yönelmiş, yaşamın
anlamına ilişkin sorularının yanıtını Yeni Ahit’te aramıştır.
Toprak sahibi soylu bir ailenin oğluydu.
Çocuk yaşta anne babası öldüğünden akrabaları tarafından yetiştirildi. Özel
öğretmenlerden ders aldıktan sonra 16 yaşında Kazan Üniversitesi’ne girdi.
Çalışkan zeki bir öğrenci olarak burada kendini fark ettirdi. Fransızcasını ilerletmiş,
Voltaire’i ve J.J.Rousseau’yu okuyarak onların etkisi altında kalmıştır.
Verilen Eğitimin yanlış olduğu konusunda bazı düşünceleri olan Tolstoy resmi
eğitime duyduğu tepkiyle 1847’de Yasnaya Polyana’ya dönerek topraklarını
yönetmeyi ve kendi kendini eğitmeyi denediyse de fazla başarılı olamamıştır.
Moskova ve Petersburg’un hareketli ortamını kırsal yaşama yeğlemiştir.1851’de
Kafkaslar’da asker olan kardeşi Nikolay’ın yanına gidip; ertesi yıl da orduya katılmıştır.
Boş zamanlarını yazmakla geçirerek yayımlanmış ilk kitabı olan Destvo
(Çocukluk)’yu 1852’de tamamladı. Bu otobiyografik kitabının devamı olarak
yazdığı Otroçestvo (İlk Gençlik) 1854’te,Yunost (Gençlik) ise 1859’da yayımlandı.
Kafkaslar’daki deneyimlerine dayanan “Nabeg (Baskın)” 1853 ve “Rubka lesa (Ağaç
Kesmek) 1855 yıllarında yazdığı öykülerinde savaş teması işlemiştir. Askeri
harekâtı gerçekçi biçimde çözümlediği bu öykülerindeki yalancı kahramanlık
eleştirisi Sivastapol’un (1855-56) temel konusunu oluşturmuş.1854’te Tuna
cephesine alınan Tolstoy Kırım Savaşı sırasında Sivastopol Kuşatması’na
katılmış ve savaştan sonra ordudan ayrılmıştır.
1857’de Fransa, İsviçre ve Almanya’yı
kapsayan bir yurtdışı gezisine çıkan Tolstoy yolculuklarına dayananan
öykülerinin eleştirilmesi üzerine edebiyattan soğuduysa da yazmayı sürdürdü.1855-63
arasında yazdığı “Dva gusara (İki Husar)”, “Tri Smerti (Üç Ölüm)”, “Semeynoye
Sçastye (Samimi Saadet)”, “Polikuşka” ve “Holstomer” gibi öykülerinde daha çok
ahlaki sorunlara ağırlık verdi; maddeci toplumun doğal insan üzerindeki kötü
etkilerinden söz etti. İnsanın doğal durumuyla toplum tarafından bozulmuşluğu
arasındaki karşıtlığı Kazaki (1863) (Kazaklar) adlı yapıtında büyük bir
ustalıkla işlemiştir.
Tolstoy 1850’lerin sonlarında köylülerin
eğitimsizliğini sorun olarak görmeye başladı. Ülkesine dönüşünde Yasnaya
Polyana’da köylü çocuklar için açtığı okulda ilerici öğretim yöntemlerini
başarıyla uyguladı.1860-1861 yıllarındaki ikinci Avrupa yolculuğu sırasında
çeşitli ülkelerdeki eğitim kuram ve uygulamalarını inceledi. Bir eğitim
dergisinin yanı sıra basitliği ve çekici yaklaşımıyla yaygın kabul gören ders
kitapları çıkardı.1862’de Sonya (Sofya) Andreyevna Bers’le evlendikten sonra
ise eğitim etkinliklerini bıraktı: İzleyen 15 yılı mutlu bir aile babası olarak
geçirdi;13 çocuğu oldu daha sonrasında hayatın anlamını ortaya çıkarmadan
yaşaması onu intihara kadar sürüklemiştir. Topraklarını başarıyla yönetti ve
yeniden yazmaya döndü. Savaş ve Barış ile Anna Karenina’yı bu dönemde yarattı.
Dünyanın en büyük iki üç romanından biri
sayılan Savaş ve Barış’ı Tolstoy yaklaşık yedi yılda tamamladı.1805-14 arasını
kapsayan romanda beş soylu ailenin öyküsünü, arka planda Rus toplumsal yaşamına
ve Napolyon’un ordularıyla mücadeleye yer vererek anlattı; soylularla köylüleri,
subaylarla askerleri, Rus çarıyla Fransız imparatorunu, kentsel yaşamla kırsal
yaşamı ve gerçekçi savaş betimlemelerini dev bir panaroma içinde sundu. Ama
insan yaşamındaki doğal aşamaların (doğum, çocuk, olgunluk, aşk, evlilik,
yeniden doğum ve ölüm) belirleyiciliğine duyduğu inançla savaş temasına aile
yaşamına göre ikincil bir önem vermiştir. Romanın en çok eleştiri çeken
bölümleri ise tarih felsefesini ve savaşla savaşın mimarları konusundaki
görüşlerini ortaya koyduğu yerler olmuş ve bu eleştirileri öngören Tolstoy
1868’de bir makale yayımlayarak görüşlerini açıkladı; tarihsel süreçte özgür
seçime yer olmadığını, tarihi yarattıkları kabul edilen önderlerin eylemlerinin
de başkaları tarafından önceden belirlendiğini ve tarihsel belirlemenin önüne
geçilemeyeceğini savundu
Tolstoy’un yaşam felsefesi iki büyük romanı
arasındaki dönemde değişmeye başlamıştır. Savaş ve barış gibi iyimser bir roman
olmayan Anna Karenina’da içlerindeki çatışmalar genellikle çözümsüz kalan
karakterlere yer vermiş ve yasak aşkı kaçınılmaz olarak trajik sona varacak olan
Anna’yı ahlak kurallarına karşı çıktığı için değil yüksek sosyetenin
ikiyüzlülüğünü seçmediği için cezasını çeken bir karakter olarak çizdi. Romanda
bu yasak aşk ile kendi yaşantısını anımsatan mutlu aşk ve evlilik arasında da
bir karşıtlık kurdu.
Mutlu evliliğine, romancı olarak kavuştuğu
üne ve yüksek gelirine karşın Anna Karenina’yı bitirdiğinde Tolstoy kendinden
hoşnut değilmiş ve gençliğinden beri yaşamın amacını kavramak için gösterdiği
çaba bu yıllarda ruhsal bir bunalıma sürüklenmesine yol açmıştır. 1878-79
yıllarında yazdığı İspoved’te (İtikatname) yaşamın anlamını ararken çektiği
manevi acıları dile getiren Tolstoy 1879’da bunalımın doruğuna ulaşmıştır. Bir
ara intiharı düşünmüşse de filozofların, ilahiyatçıların ve bilim adamlarının
yazıları inceleyerek de özüme varamadı. Sonunda aradığı ipucunu büyük yakınlık
duyduğu köylülerde buldu; onlardan insanın kendisi için yaşaması değil,
Tanrı’ya hizmet etmesi gerektiğini öğrenmiştir.
Yeni Ahit’i özüne bağlı kalarak yeniden
yorumladığına inanan Tolstoy bir tür Hristiyan anarşizmini benimsemiş ve
kilisenin otoritesini reddetmiştir.1901’de de kilise tarafından aforoz
edilmiştir. Ayrıca varlığını zor uygulamasına borçlu olduğu gerekçesiyle
hükümete ve zorla ele geçirildiğine inandığı özel mülkiyete karşı çıktı. Kendi
topaklarını dağıtmak istediyse de ailesinin isteğine boyun eğerek mülkünü yasal
olarak aile üyelerine devretmiştir.
1900’den sonra zamanının çoğunu din toplum,
ahlak ve sanat konularındaki görüşlerini açıkladığı çeşitli yazılara
ayırmıştır. 1891 yılında yazdığı Kritika dogmatiçeskovo bogoslaviya’da
(Dogmatik İlahiyatın İncelenmesi) Rus Ortodoks Kilisesi’ni şiddetle eleştirdi.
1883’te yazdığı ve ertesi yıl yasaklanan V çyom moye vera’da (Neye inanıyorum)
din konusundaki görüşlerini sistemleştirmeye çalıştı. 1902’de yazdığı Tak çto
je nam delat? (Bu Durumda Ne Yapmalıyız?) adlı çalışmasında yoksulluğun
nedenlerini ele aldı. Hıristiyan anarşizmini ise 1894’te Tsarstvo bojiye vnutri
vas’ta (Tanrı’nın Ülkesi Senin İçindir) ortaya koydu. 1897’de tamamladığı Çto
takoye iskusstvo? (Sanat Nedir?) adlı kitabında toplumsal ve dinsel
görüşleriyle uyumlu bir estetik kuramı geliştirmeye çalışarak bir yapıtın ancak
sanatçının ruhunu okura ya da izleyiciye “bulaştırabilmesi” koşuluyla sanat
sayılabileceğini ileri sürdü. Tanrı ve insan sevgisini “bulaştıran” dinsel sanatı,
sanatlar sıralaması içinde en üst derece olarak kabul etti.O zamana değin
yazdığı roman ve öykülerin yanı sıra Shakspeare ve Wagner’in bazı yapıtlarını
da yeni kuramının ahlaki koşulunu yerine getirmedikleri için sanat saymadı.
Tolstoy ruhsal bunalımının ardından gene
ahlaki amaçlı birçok masal ve öyküde yazdı. Bunlardan 1881’de “Çem Iyudi jivi”
(İnsan Ne İle Yaşar),1885’de “Dva Starika” (İki Yaşlı Adam), 1886’da “Mnogo li
çeloveku zemli nujno?” (Bir İnsana Ne Kadar Toprak Gerekir?) ve 1903’de “Tri
voprosa” da (Üç Soru) yalın bir üslup kullandı ve eski yapıtlarındaki zengin
ayrıntılara yer vermedi; köylü yaşamını temel alan bu öykülerini “iyi, evrensel
sanat” saydı. Eğitimli okurlara seslendiği 1886’da “Smert İvana İliça” (İvan
İlyiç’in Ölümü) gibi öykülerinde ise eski üslubuna daha çok yaklaştı.1891’de
“Kreytserova Sonata” da cinsellik konusunu ele alan Tolstoy 71 yaşındayken yeni
bir roman yazdı, ama 1899’da Voskreseniye (Ölümden Sonra Dirilme) adlı bu
romanında Savaş ve Barış ile Anna Karenina’nın sanatsal düzeyine ulaşamadı.
Günlük yaşamını da yeni görüşleri
doğrultusunda değiştirmeye çalışan Tolstoy içki ve tütünü bıraktı; basit köylü
giysileriyle dolaşmaya, kendi işini kendi görmeye başladı. Görüşleri ülke
içinde yayıldıkça izleyicileri ve ziyaretçileri arttı. Bütün bunlara şiddetli
tepki gösteren karısının 1880 öne yapıtlarının yayın akını ele geçirmesi
üzerine (ve belki kendisi de beğenmediği için) son dönem yapıtlarının bir
bölümünü yayımlamaktan kaçındı. En iyi yapıtları arasında yer alan bu dönem
ürünlerinden 1904’te yazdığı Hadjii Murat (Hacı Murat) adlı romanında cesur bir
Kafkas savaşçının öyküsünü anlattı.1898’de yazdığı Otets Sergi (Serge Baba)
keşişliği seçen bir soylunun, “Alyoşa Gorşok” (Çömlek Alyoşa) ise her türlü
olumsuzluğa teslim olarak kendi kabında mutluluğa ulaşan genç bir köylünün
öyküsüydü.
Tiyatroyu sanatın en etkili alanı olarak
gören Tolstoy’un 1888’de sahnelenen en başarılı oyunu Vlast tmi (Karanlığın
Kudreti) gerçekçi bir trajedi, Plodi prosveşçeniya(Eğitimin Meyveleri) ise
aristokrasiyi yeren bir komediydi. Tamamlayamadığı otobiyografik nitelikli İ
svet to tme svetit’nin (Karanlıkta Bir Işık) kahramanı ailesine kendi
inançlarını benimsetemeyen biri,1902’de yazdığı Jivoy trup’unki de (Yaşayan
Ölü) bir sarhoştu. Tolstoy’un oyunlarında sn dönem yapıtlarındaki
ahlakçılığından iz yoktu; bunun yerini insanoğlunun kusurlarına anlayışla
bakan, sıcak bir yaklaşım almıştı. Onu Tolstoy’un şu sözlerinden de anlıyoruz
“Sevgi; insanın tek akıllıca davranışıdır. Sevgi; insan ruhunun en akıllıca ve
en şerefli oluşudur. Sevgi; yaşamanın bütün zıtlıklarını çözer, yalnız ölüm
korkusunu savan değil; ama insanı başkaları için kendisini yok etmeye coşturan
en gerçek mutluluk, en büyük nimettir.”
Ailesinin rahat yaşamıyla inancının
gerektirdiği basit yaşam arasındaki çelişkiye daha fazla katlanamayan Tolstoy,
doktoru ve küçük kızı Aleksdra’yla birlikte bir gece gizlice evini terk etti.
Birkaç gün sonrada ıssız bir tren istasyonunda zatürreeden öldü.
Son 2000 yılın tarihini bireylerin ahlaki
gelişmesiyle hükümetlerin ahlaki çöküşünün belirlendiğine, azınlığın çoğunluk
üzerindeki baskısının halkın ahlaki gelişmesi sonucunda ortadan kalkacağına
inanan Tolstoy yalnızca dünyanın en büyük romancılarından değil, aynı zaman
19.yüzyılın en etkili ahlakçılarından sayılır.
Dünyanın edebiyatının en büyük
romancılarından biri sayılan Tolstoy’un en ünlü eserleri: Savaş ve Barış, Anna
Karenina, İvan İlyiç’in Ölümü, Karanlığın Kudreti, Ölümden Sonra Dirilme,
Yaşayan Ölü, Hacı Murat olarak sayabiliriz.
Özet:Savaş ve Barış Kitabı Özeti
İhtiyar Prens Bezukof uzun zamandan beri hastadır ve ölümle pençeleşmektedir.
Bütün çocukları onun öldüğünde mirası nasıl dağıtacağını merak ederler ve
ihtiyar adam bütün parasını çok sevdiği oğlu Piyer’e bırakmıştır. Petersburg
kibar âlemin de pek saygın bir yere sahip olmayan Piyer şimdi el üzerinde
tutuluyordu.
Fransa ile yapılacak savaş başlamak üzere idi ve hazırlıklar yapılıyordu. Bu
savaşa Andre, Nikola, Denisof ve daha niceleri gidiyordu. Bütün alaylar hazırlandıktan
sonra savaş başlar. Uzun uğraşlar sonucu Fransız orduları püskürtülür.
Petersburg kibar âleminin sayılı isimlerinden olan Prens Vasili, güzelliği ile
tanınmış kızı Elen’i, zengin olması sebebiyle Piyer ile evlendirmek istiyordu.
Bir balodaonları bir araya getiren Vasili daha sonra aralarından çekildi. İlk
açılan Prenses Piyer’i öptü ve sonrasında evlendiler.
Fransız’lar bir daha taarruz edeceklerdi. Her şey Osterliç Savaşından bir gün
önce hazırlandı. Savaş başladığından bir süre sonra Ruslar büyük kayıplar
vermeye başlamışlardı. Sonunda Rusya yenildi, İmparator yaralanmış, Başkumandan
vurulmuş, diğerleri ise kaçmışlardı. Prens Andre savaş alanında kalmıştı ve
Fransızlar tarafından esir alınmıştı.
Piyer’in kulağına Dolokof’un Elen’i lekelediği gelmişti ve o zamandan beri canı
çok sıkkındı. Sofrada hep birlikte oturuyorlarken Dolokof’un elinde bulunan
kâğıdı istemiş ve Dolokof’da vermeyince Piyer ona bir düello teklif etmiş, bu
düelloda onu yaralamıştı. Dolokof yerde yaralı yatarken onu Nikola almıştı. Bu
olaydan sonra Piyer karısı Elen’i terk etti.
Andre’nin evine onun esir düştüğü haberi çoktan gelmişti ve oradakileri çok
üzmüştü. Karısı Liza doğum dönemlerine giriyordu. Bir zaman sonra Liza’nın
sancıları artmış ve doğurmasının vakti gelmişti. O anda içeriye Andre girdi.
Fransızlar onu serbest bırakmışlardı. Liza’yı gördükten sonra dışarı çıkarıldı.
Girdiğinde ise bir erkek çocuk dünyaya getirmiş olan Liza ölmüştü.
Çar ile Napolyon arasındaki bağ o kadar güçlenmişti ki artık savaş olmuyor,
hatta bazı kesimler Çar’ın kız kardeşlerinin birinin Napolyon ile evleneceği
söylentisi bile çıkmıştı.
Piyer Petersburg masonluğunun üyelerinden biri oldu. Mason olduktan sonra
karısı Elen’in ondan af dileme niyetinde olduğunu öğrendi. Hatta bununla ilgili
bir mason gelerek ona karısını kabul etmesi hakkında nasihatte bulur, eğer
karısını kabul etmese bunun masonluğa uymayacağını da söyler. Piyer karşısında
herkesin bir ağız birliği etmiş olduğunu anlar ve kabul eder.
Petersburg’da düzenlenen bir baloda Andre Nataşa’yı görür ve çok beğenir.
Baloda onunla birkaç kere dans eder. Balodan sonra bile onu unutamamaktadır.
Piyer’in cesaretlendirmeleri ile gidip açılmaya karar verir. Önce Nataşa’nın
annesine konuyu açar, kadın kabul eder. Daha sonra gidip Nataşa’ya bu konuyu
açtığında kız da havalara uçmuştur. Fakat arada tek bir sorun kalmıştır, o da
Andre’nin babasının düğünü bir yıl sonra yapma isteğidir. Bu bir yıl boyunca
Andre yurt dışında gezmeli ve dolaşmalıdır. Nataşa bu öneriyi kabul eder ve hep
onu bekleyeceğini söyler. Andre gitmeden önce gizlice nişanlanırlar.
Andre gezide olduğu sırada Nataşa bir baloya katılır. Orada Prens Vasili’nin
işe yaramaz oğlu Anatolu görür. Anatol Nataşa ile tanışmak isteğindedir. Anatol
kız kardeşi Elen sayesinde Nataşa ile tanışır. Onunla uzun süre konuşur ve
gelecek baloya davet eder. Nataşa konuşmadan sonra fazla ileri gittiğini
düşünür ve pişman olur. Daha sonrasında davet edildiği baloya gider. Orada
Anatol onu karşılar ve ona onu sevdiğini söyler. Nataşa ona nişanlı olduğunu
söylediği halde adam aldırmaz. Nataşa bundan çok etkilenir ve onu sevmeye
başlar. Balodan döndükten sonra olayı Sonya’ya anlatır. Sonya o adamdan kimseye
hayır gelmeyeceğini, işe yaramazın teki olduğunu anlatmaya çalışsa da Nataşa
onu dinlemez ve hatta ona karşı olan hakaretlerinden dolayı bozuşurlar. Sonya
zamanla Nataşa’nın Anatol ile kaçma planları yaptığını anlar ve bu konuyu hemen
Nataşa’nın amcasına açmaya karar verir. Gece Anatol’a Dolokof yardım ediyordu.
Anatol kapıdan girip birkaç adım ilerledi. Fakat karşısına iri bir adam çıktı.
Anatol kıvrak bir hareketle onun elinden kurtuldu. Nataşa, Piyer’den Anatol’un
evli olduğunu duyunca bu ilişkiye son verdi ve Sonya ile konuşmaya başladılar.
Fransa-Rusya savaşı gene başlamıştı. Bu savaşa Nikola, Andre gibi eski
askerlerin yanında yeni olan Piyer de katıldı. Savaşta Fransa ilerliyor ve
Lisi-Gori’ye kadar gelmeye başlıyordu. Andre Mari’ye ve ihtiyar prense bir
mektup göndererek hemen Moskova’ya gitmelerini söyler.
İhtiyar prens oradan ayrılmadan önce bir felç geçirir. Sağ tarafı
tutmamaktadır. Mari hâlâ ona bakmaktadır. İhtiyar prens bu halde bazı şeylerin
farkına varmaya başlar. Prenses Mari’ye çok çektirdiğini anlar, sürekli ondan
özür diler. Doktor gelip onu muayene ediyordu ve bir gün onu yatağında ölü
buldular.
Mari’nin Moskova’ya gitmesine mujikler engel oluyordu. Oradan geçerken bunu
gören Nikola Mari’ye yardım ederek onun oradan kurtulmasını sağladı. O anda
Mari ile Nikola arasında ilk elektriklenme gerçekleşti.
Fransız orduları Moskova’ya da yaklaşmaya başladılar. Kısa süre sonra
Moskova’yı da aldılar. Herkes arabalarıyla gitmekteydi. Arkalarına
baktıklarında ise Moskova yanıyordu. Andre bu savaşta çok ağır yaralanmıştı.
Rostof ailesi de yüklerini arabalara yüklüyordu. Fakat daha sonra o yüklerin
bir kısmını boşaltıp savaş yaralılarını almaya başladılar. Bir köyde mola
verdiklerinde yaralılar boşaltıldı ve herkes dinlenmeye çıktı. Nataşa,
yaralıların arasında Andre’nin de olduğunu duyunca gözüne uyku girmedi ve gidip
ona baktı. Nataşa ondan yaptıklarından dolayı özür diledi ve ona onu sevdiğini
söyledi. Andre’nin durumu çok ağırdı. Ateşi düşmüyordu.
Moskova’da kalan Piyer birisine yardım etmeye çalışırken, kendisinin kundakçı
olduğunu sanan askerler onu tutuklarlar ve ceza evine koyarlar. Oradan bir grup
ile birlikte çıkarılırlar ve bu gruptaki bir kaç insan kurşuna dizilir.
Kendisinin kurtulduğuna şaşmaktadır.
Piyer’in karısı Elen anjin sebebiyle ölür. Yine aynı günlerde Nikola’ya bir
mektup gelir ve bu Sonya’dandır. Sonya ona aşklarının artık sürmeyeceğini anlatır.
Bu mektubu Nikola hemen Mari’ye götürür. Bu mektup sayesinde Nikola-Mari aşkı
daha da alevlenir. Mari bundan sonra Andre’nin yanına gitmeye karar verir ve
yanında küçük Nikolenka’yı da götürür. İki gün boyunca Andre’nin başından
ayrılmadılar. İki gün sonra Andre öldü.
Fransa Moskova’yı ve diğer aldığı yerleri elde tutamadı ve büyük bir ger
çekiliş başlar. Bu geri çekiliş esnasında Nataşa’nın henüz on altı yaşındaki
kardeşi Petiya kaçanların peşinden kovalarken kafasına kurşun alarak öldü.
Rostof’lar bunun acısını da yaşamak zorunda kaldılar.
Nataşa Andre ve Petiya’nın acısın unuttuktan sonra Piyer Mari’nin de yardımıyla
Nataşa ile evlendi.
Nikola ile Mari yaklaşık Piyer’lerin evliliğinden bir veya iki yıl sonra
evlendiler. Nikola babasının girdiği borçları ve zararların hepsini kapattı.
Hem de Mari’nin hiçbir hissesini satmadan.
Nikola ile Mari’nin bir kızları olur. Nataşa ile Piyer’in ise üç kızları ve bir
de erkek çocukları olur. Andre’nin oğlu Nikolenka ise Piyer’i babası olarak
görüyor ve hep onu örnek alıyordu.
Olay Örgüsü:
- Piyer’in babasının hastalanıp ölmesi.
- Savaş hazırlıklarının yapılması ve savaşın başlaması.
- Piyer ile Elen’in evlenmesi.
- Andre’nin esir düşmesi.
- Piyer’in Dolokof ile düello yapması.
- Andre’nin dönüşü ve Liza’nın ölümü.
- Piyer’in Elen’i tekrar kabul etmesi
- Andre’nin Nataşa’ya aşık olması.
- Nataşa’nın Anatol’a aşık olması.
- Savaşın tekrar başlaması.
- Andre’nin tekrar ortaya çıkması.
- Piyer’in esir düşmesi.
- Andre’nin ölümü.
- Nataşa ile Piyer’in evliliği.
- Nikola ile Mari’nin evlenmesi.
Şahısların Değerlendirilmesi:
Piyer: İri yapılı, cesur bir adamdır, fakat biraz çekingendir. Babası Prens
Bezukof’un nikâhsız bir kadından olma çocuğudur. İlk olarak Elen’i sevmekteydi
fakat daha sonra Nataşa’ya değişik duygular hissetmeye başlamıştır. Fakat
Andre’den dolayı ona açılamamaktadır. Karısının ölümünden sonra ona daha da
aşık olmaya başlamıştır. Andre öldüğünde evlenmişlerdir.
Andre: Kısa boylu cesur ve akıllı bir askerdir. Prenses Liza ile evlidir.
Karısı doğururken öldükten sonra Nataşa’ya açılmaya karar vermiştir. Son
savaşta ağır yaralanması sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Arkasında yetim bir
çocuk bırakmıştır. Piyer’in iyi bir dostudur.
Nikola: Çok büyük bir vatanseverdir. Ailesine çok düşkün, hep onların dediğinin
olmasını isteyen bir karakterdir. Hatta bu sebepten dolayı, biraz da çıkan
aksiliklerden dolayı sevdiği kızı, Sonya’yı terk etmiştir. Daha sonra gölünü
Prenses Mari’ye kaptırıp onunla evlenmiştir. Savaşa askerlik yapmaya gitmiştir.
Nataşa: Yaşadıklarından çok çabuk etkilenen bir kızdır. Aşk bakımından
kararları çok değişmektedir. Önce Boris’e gönlünü kaptırır, daha sonra
Andre’ye, sonrasında Anatol’a ve sonra tekrar Andre’ye dönmüştü, fakat Andre
aynı günlerde ölür. Bunun etkisini üzerinden attığında Piyer’le evlenmiş ve
mutlu bir yaşam sürmüşler.
Sonya: Fakir ama çok güzel bir kızdır. Kuzeni Nikola’yı sevmektedir ve aşkı
karşılıksız değildir, fakat bir süre sonra ona bir mektup yazarak ayrılmıştır.
Nikola, Mari ile evlendiğinde Mari’den nefret etmeye başlamıştır.
Mari: Biraz çirkindir, fakat vefalı bir insandır. Babasının ona o kadar
çektirmesine rağmen onu ölümüne kadar yalnız bırakmamıştır. Nikola’yı
sevmektedir.
Elen: Çok güzel, fakat az huysuzdur. Erkeklerin hepsi ona hayrandır. O yaşadığı
yanlış bir şeyden dolayı Piyer’le kısa süreliğine bozuşur. Daha sonrasında
anjinden ölür.
Liza: Andre’nin eşidir ve ona çok bağlıdır. Çok güzel bir kadındır ve bir o
kadar da güzel huyludur. Doğum yaparken ölmektedir.
Denisof: Oldukça cana yakın ve samimi bir insandır. Nataşa’yı sevmektedir,
fakat Nataşa ona yüz vermeyince vazgeçer.
Dolokof: Denisof’un tam tersine bir adamdır. Bir zamanlar Piyer’in arkadaşı
idi, fakat Piyer’in karısı Elen’i lekelemesi sebebiyle Piyer onu arkadaşlıktan
siler. Daha sonra Sonya’ya bir evlilik teklifinde bulunur fakat Sonya onu kabul
etmeyince vazgeçer.
Zaman:
Bu olay 1804’lerde başlamıştır.
Fransa-Rusya savaşları dönemini anlatmaktadır.
Mekân:
Olayın geçtiği veya söz edilen
belirli bir yer yoktur; birkaç yer mevcuttur. Bunlar Lisi-Gori, Moskova ve St.
Petersburg’dur.
Dil, Üslûp ve Anlatım: Yazar akıcı ve sade bir dil kullanmıştır. Bu doğrultuda
anlatımda açık ve akıcıdır. Yer yer süslü anlatımlara yer verilmiştir. Fakat
geneli sade bir şekilde yazılmıştır.
KAYNAKÇA
Gediz Üniversitesi Kütüphanesi
ü
Ana Britannica: Genel Kültür Ansiklopedisi
Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi
ü
Resimli Dünya Edebiyatı Sözlüğü /Seyit Kemal Karalioğlu/
ü Büyük Larousse Ansiklopedisi
ü
Kitap Özeti İçin http://karlitorosdaglari.blogcu.com